Beceriler.
Sayısız avcıyı ağlatan bir kelime.
Bir beceriyi uyandırma koşulu her kişi için farklıdır.
-Eğitim alanında bir korkuluğa 10.000 kez vurdum. Sonrasında kendiliğinden ortaya çıktı.
-Bir gün, aniden, bir tanrının sesini duydum!
-Büyü mü? Kuleye girdiğimde, bir anda oldu.
Hem dürüst hem de azimli olan avcılar, yetenekleri yetersiz olduğundan en alt sıralarda debeleniyorlardı. Öte yandan, berbat kişilikleri olanlar, doğuştan gelen yetenekleri sayesinde rahat yaşıyorlardı.
Bunun en iyi örneği dünya sıralamasında 1. Sıradaki Alev İmparatoru.
Eğer hayat bir oyunla kıyaslansaydı, Alev İmparatoru'nun hayatı muhtemelen tanrısal bir beceri oyunu olurdu, değil mi? İstenilen her şey saf yetenekle elde edilebilirdi.
Öte yandan benim hayatım... sadece sıradan bir şans oyunuydu.
“Uwaaaaack!”
Bardan ayrıldıktan bir süre sonra sokaklarda kaybolmuştum, sonrasında ise daha fazla dayanamayıp ıssız bir ara sokağın bir köşesine ne varsa kustum.
“Madem şanssızım, lanet olası... bari hiçbir şey vermeseydin o zaman.”
Oyun oynarken en büyük umutsuzluk anınız ne zamandı?
Parayla kazanılan mobil oyunları oynayan herkes bilir.
[1]Gacha'yı sürekli döndürüp 5 yıldız çıkarmadığınız zaman değil, 5 yıldız çıktığında bile en kötüsünün çıktığı zamandır... 3 yıldızdan bile daha kötü bir 5 yıldız gibi.
Ve benim 5 yıldızım 1 yıldızdan bile kötüydü.
[Tıpkı Senin Gibi Olmak İstiyorum]
Derecelendirme: S+
Etki: Bir düşman tarafından öldürüldüğünde otomatik olarak etkinleştirilir. Sizi öldüren düşmanın becerilerinden birini kopyalar ve kendi beceriniz haline getirirsiniz. Daha önce kopyaladığınız bir rakipten kopyalayamazsınız. Kopyalanan beceri rastgele seçilir.
*Ancak, öleceksiniz!
“Heh. Kahretsin...”
Doğru. Hayatım gerçekten de berbat bir şans oyunuydu.
Normalde, bir beceri uyandırdığınızda, Avcı Birliğine rapor vermek gerekir. Ama ben yapmadım. Bu çok adaletsizdi. Bunu becerim olarak göstermekten çok utanıyordum.
- “Merhaba Avcı. Becerini nasıl uyandırdın?”
- “1.Sıradakini kıskanıyordum.”
- “Pardon?”
- “O kadar hasetli ve kıskançtım ki çıldırmak üzereydim, sonra bu beceri ortaya çıktı, sanki benimle alay eder gibi. Ben şimdiye kadarki en kıskanç ve aşağılık insanım. Haha.”
Böyle bir şeyi nasıl söyleyebilirdim!
İşin sonunda, içkiden sarhoş olmuş halde tenha bir sokakta sallana sallana yürüyordum.
'...Neredeyim ben?'
Ama bunu bile iyi yapamadım. Ne olduğunu anlayamadan tamamen yabancı bir ara sokağa girmiştim. Nerede olduğumu ya da oraya nasıl geldiğimi hatırlamıyordum.
Acaba bu gece sokakta yerde yatmak zorunda mı kalacağım?
‘Ah. Ne kadar acınası.’
Tam gözyaşlarımı yutmuşken.
Sokağın diğer ucundan hafif bir çığlık kulaklarıma ulaştı.
“......Lütfen, hayır! Neden birdenbire......!”
Uyuşukluk anında kayboldu. Pirinç şarabının neden olduğu bir halüsinasyon olamayacak kadar canlıydı. Kim olduğunu bilmiyordum ama hayatı tehlikede olan birinin gerçek çığlığıydı.
“Bu da ne?
Sessiz adımlarla ilerledim. İçgüdüsel olarak nefesimi bile tuttum. Bir adım. Bir adım daha. Çığlığın geldiği sokağa doğru sessizce yürüdüm. Yaklaştıkça ses daha da netleşiyordu.
Bu...
“A-Alev İmparatoru. Neden birdenbire bana bunu yapıyorsun...”
“...Boşuna uğraşıyorsun. Zaten buralarda kimse yok...”
Bu bugün yaptığım ikinci aptalca şeydi.
İlk hata... açıkçası, zihinsel sigortamı attıracak kadar içmekti. Hayatım boyunca hiç zil zurna sarhoş olmamıştım. Ama bugün bir istisnaydı. Sonunda uyandırdığım tek becerinin S-dereceli bir çöp olmasına sinirlenerek pirinç şarabını su gibi içtim.
İkinci hatam ise çığlığı duyar duymaz kaçmamak oldu.
“İçtiğin bardağa önceden zehir koydum.”
“Zehir mi? Sen neden bahsediyorsun, Alev İmparatoru?”
“Oh, iyi rol yapıyorsun. Biri seni görseydi, gerçekten bilmediğini düşünürdü.”
Çıkmaz sokağın sonunda.
Sokak lambasının bile olmadığı karanlık bir yerde bir adam ve bir kadın vardı. Belki de sadece 'vardı' demek garip olur. Adam kadını tehdit ediyordu ve kadın da adam tarafından tehdit ediliyordu.
“Basilisk'in mide suyu. Aslında benim içeceğime kattığın zehirdi. Vay canına. Eğer becerim olmasaydı, başım gerçekten belada olurdu. Neden öyle bakıyorsun? Yüzün bembeyaz olmuş, Azize.”
“Yoksa... Mükemmel Zehir Bağışıklığı mı...? Hayır, olamaz. Senin öyle bir becerin yok.”
“Haklısın.”
Adamın kahkahası yumuşak bir şekilde yankılandı.
“Ama Mükemmel Zehir Bağışıklığından biraz daha iyi bir beceriye sahibim.”
Sonunda adamı tanıyabildim. Sokak ne kadar karanlık olursa olsun, adamın sırtını... arkaya bağlanmış sallanan at kuyruğunu tanımamak mümkün değildi. Aynı sırtı daha dün gece televizyonda görmüştüm.
'Bu gerçekten Alev İmparatoru!'
1. Sıradaki avcı. Bu çağın kahramanı. Herkes tarafından saygı duyulan bir idol. Ve bu nedenle, pek çok kişinin kıskançlık ve hasetinin hedefi... özellikle de benim.
Dahası.
‘O kadın da Azize değil mi!?’
Nefesimi tutabilmek için ellerimle ağzımı kapattım. O Azize. Birlik tarafından seçilen dünya sıralamasında 9. Olan avcı, yakın zamanda Alev İmparatoru ile flört söylentileri yüzünden bir skandala karışmıştı. Sadece internetteki videolarda ve fotoğraflarda gördüğüm eşsiz güzellik, tam karşımdaydı.
“Ama artık şaka bitti. Bana karşı geldin, şimdi bedelini ödemelisin.”
Orada durmasını geçtim, aynı zamanda tehdit de ediliyordu.
“Bekleyin, lütfen, Alev İmparatoru. Bir yanlış anlaşılma var. Ben sadece kuleyi fethetmek için sizinle takım olmak istedim!”
“Ben de öyle düşünmüştüm, ama hayır, öyle değildi.”
“Lütfen bir dakika bekleyin! Bunu bir düşünün. Eğer takım olursak, 40. katı kolayca aşabiliriz! Hatta bir yıl içinde 50. Kata bile çıkabiliriz! Evet! İnsanlığın henüz ulaşamadığı bir yer ama ikimiz birlik olursak—“
“Ben de öyle düşünmüştüm ama durum öyle değilmiş,” dedi tekrar.
Şok olmuştum.
“Bu ikisi. Onlar... çıkmıyorlar mıydı?
İnternet onların ilişkisiyle çalkalanıyordu. TV programları iki kahramanın romantizmini işliyordu. Oysa gözlerimin önünde cereyan eden sahnede romantizmden eser yoktu. Buna şaka olarak bile bir sevgili kavgası demek zordu.
Öldürme niyeti.
Sadece öldürmeye çalışan birini ve öldürülmemeye çalışan birini gördüm.
“Konuşalım, lütfen! Konuşarak bu yanlış anlaşılmayı giderebiliriz.”
“Konuşmak mı? Ah, konuşalım. Elbette. Hadi centilmen olalım.”
Alev İmparatoru Yoo Soo-Ha, Azize Isabelle'nin boğazını yakaladı.
“Kuk...!?”
“Ama konuşmanın kurallarını ben koyarım.”
Azize çırpınıyor, nefes almakta zorlanıyor gibiydi. Boğuluyor muydu? O çırpındıkça bende nefesimi tutmaya o kadar çok dikkat ediyordum. Aman Tanrım. Akla hayale gelmeyecek bir olay gözlerimin önünde cereyan ediyordu.
“Soruları ben soracağım. Sen sadece cevap vereceksin. Konuşmana gerek yok. Eğer sorum doğruysa başınla onayla; yanlışsa başını sağa sola salla. Hepsi bu kadar.”
“Hic, Huk...! Öhö...”
“Eğer konuşmaya içtenlikle katılırsan, hayatını bağışlayacağım. Sana bir panzehir bile veririm. Ama centilmenlik anlayışımı bir kez bile görmezden gelirsen... Ne olacağını biliyorsun, değil mi? Ne de olsa Oxford'lusun. O akıllı beynini kullan.”
Ünlü bir şifacı olan Azize çaresizce Alev İmparatoru'nun boğazını tutan koluna vurdu. Tup! Tup! Ama hiçbir şey değişmedi. Kaba kuvvetle Alev İmparatoru'nu alt etmesi imkânsızdı.
“Aslında merak ettiğim tek bir şey var.”
“Uh, Öhö. Huhuh...”
“Beni öldürme emrini kim verdi? Sadece buna cevap ver. Bunu Kara Ejderha Cadısı mı yaptı?”
Azize çırpınmayı bıraktı.
“Cevap vermeden önce iyice düşün. Mükemmel Zehir Bağışıklığına sahip olmayabilirim ama yalanları tespit etme becerim var. Eğer yalan söylediğini yakalarsam, seni iliklerine kadar yakarım.”
“......”
Azize bir an tereddüt eder gibi oldu. Zifiri karanlık sokakta yüzü görünmüyordu ama sessizliği hissediliyordu. Alev İmparatoru'nun gözetimi altında yavaşça başıyla onayladı.
“Biliyordum.”
Hafif bir kahkaha yankılandı.
“Elveda, Azize Isabelle.”
Alevler patladı.
Ateş çıkmaz sokağı sardı. Alev İmparatoru'nun avuçlarından Azize’nin boynuna, oradan da tüm vücuduna. Alevler içinde kalan Azize çırpınmaya başladı. Umutsuz bir yaşam mücadelesi. Ancak ne kadar kıvranırsa kıvransın, Alev İmparatoru kıpırdamadı.
Sadece yanan Azize'yi ifadesiz bir şekilde izledi.
“Hmm.”
Alev alev yanan alevlerin ortasında bile Alev İmparatoru sakindi ve sonuna kadar Azize'nin boynunu bırakmadı. Azize kollarını çırptı, Alev İmparatoru'nun bileğini tırmaladı ve pençeledi ve sonunda gece gökyüzüne doğru uzandı... ve kısa süre sonra da durdu.
Vücudu gevşedi ve daha fazla hareket etmedi.
“Delilik...!
Gözlerimin önünde öldü. Bir insanlık kahramanı.
Belki de basitçe, 'öldü' demek garip olur. Hayır, Azize sadece ölmedi. Öldürüldü. Aynı şekilde bir insanlık kahramanı olarak saygı duyulan Alev İmparatoru tarafından.
‘Deli adam.’
Azize çoktan kömürleşmiş bir cesede dönüşmüştü. Yine de alevler durmadı. Alev İmparatoru'nun kendisi de durmadı. Azize’nin etleri ve kemikleri eriyip kül ve is haline gelene kadar, ifadesiz bir yüzle onu yaktı.
‘Aklını kaçırmış.’
Geri adım attım.
‘Kaçmam gerek.’
Ve sonra, günün üçüncü ve son hatasını yaptım.
Çat-.
Küçük bir sesti. Teneke değil, üzerine basılan bir camın sesiydi. Belki de kırılmış bir soju şişesinin cam parçasıydı. Ya da belki rüzgarın taşıdığı bir cam. Bilmiyordum. Bilmeme de gerek yoktu.
Şu anda bilmem gereken tek şey.
Az önce aptalca bir hata yapmış olduğum ve...
“...Hoo.”
Alev İmparatoru başka birinin hatasını gözden kaçıracak türden bir avcı olmamasıdır.
“Etraftaki tüm farelerden kurtulduğumu sanıyordum ama bir tane kalmış mı?”
“Ugh!”
Göz göze geldiğimiz anda koşmaya başladım.
Arkama bakmadan koştum. O gözler bir katilin gözleriydi. Bir ya da iki kişiyi değil, düzinelerce, hatta belki de daha fazla kişiyi öldürmüş birinin gözleri. O şeytan şimdi beni öldürmeye çalışıyordu.
“Ha, piç, ne kadar da sevimlisin sen öyle?”
Alev İmparatoru dalga geçtiği sırada birden ayak bileğimin etrafında bir yanma hissettim ve bir sonraki an yerde yuvarlanıyordum. İlk başta neden düştüğümü anlayamadım.
Ta ki ayaklarımı yerde görene kadar.
“Hi, Ik...?”
Ayaklarım kopmuştu. Sağ ve sol ayağım, ayakkabılarımla birlikte gitmişti.
Spor ayakkabılarımın yan tarafındaki ünlü bir markanın logosu özellikle beyazdı.
“Lütfen, bağışlayın beni! Lütfen!”
“Neden kaçtın ki? Ödümü kopardın.”
Alev İmparatoru eğildi. Ayaklarımı tuttu. Onlarla oynadı, bir beyzbol topu gibi fırlatıp yakaladı. Güm. Güm.
“Hey. Gördün mü?”
“Ben bir şey görmedim!”
Alev İmparatoru yaklaştı.
“Ne görmedin?”
“Hiçbir şey bilmiyorum! Ah, lütfen. Gerçekten hiçbir şey bilmiyorum...”
“Neyi bilmiyorsun?”
“Lütfen... Alev İmparatoru, lütfen... bağışlayın beni. Hiçbir şey söylemeyeceğim. Hiçbir yerde konuşmayacağım...”
Başımın üzerinde varlığını hissettim.
Alev İmparatoru diz çökmüş bana bakıyordu.
“Vay canına. Demek benim Alev İmparatoru olduğumu gördün ve kim olduğumu biliyorsun. Bu her şeyi bilmen için yeterli.”
“Lütfen...”
“Hey, beni aşağılamaya mı çalışıyorsun? Bildiğin halde neden hala aptalı oynuyorsun?”
Alev İmparatoru kesik ayaklarımla oynadı.
“Söyle bana. Seni kim gönderdi? Yine mi Kara Ejderha?”
“Ben... gerçekten hiçbir şey bilmiyorum...”
“Beni ve Azizeyi oradan bir fare gibi sessizce izlemiyor muydun? Oh, oldukça inandırıcısın. Biraz daha aptal olsaydım sana inanırdım.”
Alev İmparatoru sinsice gülümsedi.
“Ama ben aptal değilim, seni piç kurusu.”
Gözlerimin önünde alevler yükseldi. Whoosh! Alev İmparatoru'nun elindeki ateş, ayaklarımı yaktı. Tamamen yok oldu. Ünlü markanın logosu olan, uzun süredir giydiğim ayakkabılar ve daha da uzun süredir vücudumun bir parçası olan ayaklarım.
Hepsi yok oldu.
“Sırada başınız var. Doğru cevap verin.”
Zihnim karardı.
Bu şeytan... O bir deli.
Deli bir adam. Masum insanları bile öldüren bir psikopat. Her zaman haklı olduğunu ve sadece kendi fikrinin önemli olduğunu düşünen bir piç.
Sıralamada 1. olan bir insan bunu nasıl yapabilir?
İnsanlar... ve ben, bu kişiyi biraz olsun idolleştiriyor muyduk? Dürüstlüğü için onu övüyor muyduk? Canlandırıcı kişiliği için? Bu deli adamı mı?
“Yalan...”
“Ne?”
“Yalan Tespit Becerisi... Sende Yalan Tespit Becerisi var.”
Umutsuzca devam ettim.
“Bunu Azize'ye anlatmıştın, Yalan söyleyip söylemediğini anlayabildiğini o yüzden doğru cevap vermesi gerektiğini söylemiştin."
“......”
“Bununla test et. Sözlerimin doğru olduğunu anlayacaksın. Alev İmparatoru. Ben sadece... Ben gerçekten tesadüfen oradan geçtim. Lütfen bana inanın!”
Alev İmparatoru'nun ifadesi tuhaflaştı.
“Onu ben uydurmuştum gerçi?”
BÖLÜM NOTU
[1] Gacha, genellikle mobil oyunlarda ve bazı video oyunlarında bulunan bir sistemdir. Bu sistem, oyuncuların rastgele karakterler, eşyalar veya ödüller kazanmasını sağlar.
Çeviri için ellerinize sağlık çok akıcıydı.
Zekice düşünmüş adam ama yalan tespitim var diyip kandirmasi güzel